Kutlu Yayınevi Genel Yayın Yönetmenimiz Gökbey Uluç‘un kaleminden yazar adaylarına:
Yazmak, bir tür terapidir. Ruhbilimcilerin bu yönde ortaya attıkları savlar sonucu writing therapy adını verdikleri bu yöntem ile kişiler, içlerini metne dökerek rahatlamanın, huzura varmanın bir yolunu daha bilmiş oldular. Akademik çalışmaları ayrı bir konu başlığında inceleyecek olursak, edebî tüm yazıları bu kapsamda değerlendirmek çok da yanlış olmaz. Şiiri yazdıran duygu, romanı kurgulatan dürtü bu değil midir? Hangi şair keyfi için yazmıştır?
Yazmak, sancılı bir süreçtir de… Gündüz oturtmaz, gece uyutmaz. Kiminin kaleminden damlayan mürekkep, kiminin de klavyesinden çıkan tıkırtıdır duygular. İşte, böylesi bir geçmişi bulunan yazınızı sonuca ulaştırıp bitirdiğinizde sıra, onu okuyup değerlendirecek kişilere ulaştırmaya gelir. Okurlara ulaşmanın ise türlü yolları vardır. Yazılarınızı blog üzerinden yayınlamak ya da Facebook gibisosyal ağlarda takipçilerinizle paylaşmak da bir tür yayıncılık yöntemidir. Tarihten bildiğimiz bir gerçek ise, somut biçimde nesnelere (taşa, kile veya kağıda) aktarılmış yazıların yüzyıllar hatta bin yıllar sonra da okura ulaştığı bilgisidir. Şimdiki deneyimlerimize göre ise de bir hafta önceki paylaşımın nerede olduğunu anımsamak bile güçtür. Bu durumda metinlerinizi kitap baskısı olarak almanız, yüzyıllar sonrasına da duygularınızı aktarmanızın sınanmış bir yolu olarak karşınızda durur.
Kitap çıkarmak konusu heyecan vericidir. Kendimden söz edecek olursam, yazdıklarımı ilk kez basılı olarak okur karşısına çıkaracağım günü hiç unutmadığımı söyleyerek başlayabilirim. Azerbaycan’ın ulusal gazetelerinden Türküstan’da haftada bir yazı yazacaktım. Yazımı gönderdikten sonraki bekleme süresinin heyecanından söz ediyorum. Günler geçti de benim de yazdığım köşe yazısının yayımlanacağı gün geldi. Sabahı zor etmiş olsam da gün ayar aymaz gazete köşküne gidip istedim. Sonraki her hafta bu heyecanım sürdü. Bu yüzden, yazı yazan birinin neler hissettiğini, hangi duyguları yaşadığını çok iyi bildiğimi söyleyebilirim. Ancak yine de burada konuşmamız gereken önemli bir nokta var. Açık sözlü olmayı çok severim. Atalarımızın bir sözü ile konuyu enginleştirip derinlere ineceğim: “Kargaya yavrusu kuzgun görünür.” Dolayısıyla büyük bir heyecanla yazmış olsak da yazdıklarımızın edebî değer taşıdığı konusunda ne düşünüyoruz? Bir yazının, yazarına heyecan vermesi onu okunur kılar mı? Blog üzerinden yayımlanan yazıyı yanlışını gördüğümüzde düzenleyebiliriz, sosyal ağlardaki paylaşımı istediğimizde kaldırabiliriz. Oysa kitapta böyle mi? Bu gibi nedenlerden ötürü pişme süreci adını verdiğimiz bir zaman diliminden söz edeyim. Yazarın, heyecanla yazdığı duygu ve kurgularını pişmeye bırakması, metnin olgunlaşması için gerekli bir koşul gibidir. Sular durulup da yazı yeniden okunduğunda yazar; “Bu sözcüğü ne diye eklemişim? Bu tümce olmasa da olurmuş.” gibi düşüncelerle yazısına müdahale ederek düzeltmeye gidebilir. İşbu sürecin de geçilmesiyle okur karşısına çıkmak hissiyatı iyice kendini hissettirir.
Kitap bastırmanın türlü yolları vardır. Yazdıklarınızı doğrudan bir basımevine götürmeniz yeterlidir. Olduğu gibi basıp size teslim ederler. Bu, en basit yol. Basımevinden, sözüm ona matbaadan aldığınız kitapları eve getirip bir odada saklayabilirsiniz. ISBN ve bandrol olmadığı için Kültür Bakanlığınca kaydı da olmamış sayılarak suç kapsamına girecektir. Bu gibi bürokratik işlemlerin yaşanmaması adına bir yayınevi ile anlaşma sağlamak en tutarlı yol olacaktır. Burada yazar, kendine şu soruyu sormalıdır: “Yayınevi, benim eserimi niçin yayımlasın?” Yanıtı açık ve aydın olmalıdır. Ülkemizdeki sosyo-kültürel yapıyı göz önüne getirdiğimizde, yine açık söylemek gerekirse, altında yalnızca sayfa numaraları olan bir kitabın kapağında Orhan Pamuk ya da Elif Şafak yazsa da bu yazarların kitabı 100,000 adetten aşağı satılmaz. Böylesi rakiplerin bulunduğu bir ortamda yayınevi niçin eserinizi yayımlasın? Ticarî faaliyetlerle ayakta duran bir kurum, getirisinin ne olacağını bilmediği bir yatırımın altına neden imza atmak istesin? İşte, bu gibi soruların belirsiz yanıtlarından dolayı geçmişte kitap yayımlamak elzem bir işti. Kitabı olan bir yazar sayılabilir çoklukta olup kendileri de toplumda çok yüksek itibar derecesine ulaşmış durumlarda idiler. Zaman ilerledikçe toplumdaki bu talep doğrultusunda türlü çözüm yöntemleri geliştirildi ve yazarlarımızın sayısı gün geçtikçe arttı. Kimileyin “önüne gelen yazar oldu” gibi sözler işitsem de bunu yanlış buluyorum. Okuyanımızın da yazanımızın da olabildiğince çok olması gerekir. Başka ülkelerdeki okur yazar oranı karşılaştırılıyor mu? Hep okurdan yana dert yanılıyor da yazar eksikliğinden niçin söz edilmiyor? Nitelik ayrı bir konu olsa da nicelik de epeyce önemlidir.
Piyasada destekli yayıncılık adıyla karşımıza yeni çıkan bu yeni yöntem ile edebiyat dünyasına giriş yapmak isteyenlere kapı aralanmış durumdadır. Bu yönteme göre yazar, maliyeti karşılayacak ve bunun karşılığında da yayıncı kuruluş basım, dağıtım ve satış işlemelerini gerçekleştirecek. Böylece yazarlık deneyimine giriş yapmak isteyen binlerce yazara, “kitaplı yazar” olma fırsatı gerçek anlamında sağlanmış olmaktadır.
Var olan yazarların hepsi destekli yayıncılık politikasıyla edebî dünyaya girmediler elbette. Girmeyenlerin de konuya yabancı kişiler olmadıkları söylenebilir. Örneğin, Tanzimat Edebiyatımızın başlangıcı saydığımız yazar Şinasî, destekli bir yayıncılıktan mı yararlandı? Onun kendisine ait gazetesi vardı, Namık Kemal de bu gazetede çalışıyordu. Böylece kitleler tarafından tanınır oldular da eserleri ülke çapında hatta günümüze değin gelip çıktı. Bu bağlamda, ülke çapında tanınan biri yaşamöyküsünü yazdığında dahi kitabı binlerce basılır, en ücra köşedeki kırtasiyede bile bulunur duruma getirilir. Örneğin ülkece tanınan bir futbolcu, diyelim İlhan Mansız veya Rüştü Reçber yaşamöyküsünü yazdığında bunun için kolaylıkla bir yayıncı bulabilir ve taraftarlarına (okurlarına) ulaşabilir. Bunun için yayıncıya bedel ödemesine, maliyeti karşılamasına gerek yoktur, çünkü yayıncı için öngörülebilir bir satış ağı vardır. Yayıncı, kitabın hangi kitleye nasıl hitap ettiğini kestirebildiği için yatırım yapmaktan, riske girmekten çekinmez. Sözü getirmek istediğim yer, ülke çapındaki tanınırlıktır. Büyük bir kitleye sahipseniz, ki bu sosyal medya fenomenliği de olabilir, bu size artı etken olarak dönecektir. Kendi kabuğunu kırıp yazdıkları ile ülke kamuoyunda tanınmak için yola çıkmışsanız da burada tek yol destekli yayıncılık olarak görünmektedir.
Kutlu Yayınevi olarak biz de destekli yayıncılık yapmaktayız. Koşullarımızı değerlendirip bizimle çalışmaya başlama yargısına varmışsanız siziñle bir sözleşme imzalayarak bu yolculuğa başlarız. Sözleşmeniñ imzalanmasından soñraki süreç hakkında bilgilendirmek ve birlikte yürüteceğimiz iş birliği hakkında bilgi vermek adına burada ayrıntılı olarak değineyim istedim. Böylece hem yazarlarımız hem de bu iş için elini taşıñ altına sokmak isteyenlere yardımcı olalım.
Kategori : Genel - Etiketler :Gökbey Uluç, kutlu yayınevi, kutlu yazarlar - Tarih : 03 Ağustos 2021