Fransız İhtilali sonrasında ortaya çıkan bağımsızlık düşüncesi, çok uluslu imparatorlukların dağılmasında etkili olmuştur. XIX. yüzyılda bu tehlike karşısında Osmanlı İmparatorluğu dahil olmak üzere birçok imparatorluk siyasi bütünlüğünü korumak için farklı uygulamalar geliştirse de bunda başarılı olamadılar. Emperyalist batılı devletler, daha önceden bir arada yaşayan farklı inanç grupları ve etnik grupları birbirlerine düşman ettiler. Gerek Fransız İhtilali sonucunda ortaya çıkan bağımsızlık akımının etkisi gerekse Avrupalı devletlerin kışkırtmalarıyla ortaya çıkan isyanlar sonucunda Osmanlı’nın siyasi bütünlüğü, toprak bütünlüğü bozulmaya başladı ve buna bağlı ilk ciddi toprak kayıpları Balkanlar’da (Rumeli’de) yaşandı. XIX. yüzyıldan itibaren batılı devletlerin ortak amacı Osmanlı’yı parçalayarak Türk milletini esarete mahkûm etmek ve Osmanlı coğrafyasını kendi egemenlikleri altına alarak sömürmekti.
Modernizasyonunu sağlayamayan Osmanlı, genel olarak azınlık isyanlarını bastıramadığı gibi siyasi ve askeri alanda Batılı emperyalist devletlerle yaptığı mücadelelerde başarılı olamadı ve dağılmanın eşiğine geldi. Daha birkaç yıl öncesine kadar Osmanlı’ya bağlı azınlık konumunda olan dört Balkan devleti, 1912 yılında Osmanlı’ya karşı savaş açtı. I. Balkan Savaşı’nı kazanacağına inanan Osmanlı, 1912-1913 yılları arasında meydana gelen bu savaşta tarihinin en ağır yenilgilerinden birisini alarak, Selanik başta olmak üzere Balkanlar’daki topraklarının çok büyük bölümünü kaybetti. Yaşanan toprak kayıplarına bağlı olarak Rumeli’den Anadolu’ya doğru Türk tarihinin en büyük göç hareketlerinden birisi yaşandı.
Osmanlı için asıl yıkım ise I. Dünya Savaşı oldu. 1914-1918 yılları arasında gerçekleşen bu savaşa, Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun öncülük ettiği İttifak Devletleri tarafında dahil olan Osmanlı, her ne kadar farklı cephelerde Çanakkale Zaferi, Kût’ül-Amâre Zaferi gibi zaferler kazansa da Çanakkale Cephesi dışında neredeyse savaştığı cephelerin hepsinde büyük mağlubiyetler aldı. I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı’nın en önemli müttefiklerinden birisi olan Bulgaristan, 30 Eylül 1918 tarihinde Makedonya Cephesi’nin kapanmasından dolayı savaştan çekildi. Müttefikleriyle kara bağlantısı kopan Osmanlı, daha fazla dayanamayarak 30 Ekim 1918 tarihinde İtilaf Devletleri adına İngiltere ile Limni Adası/Mondros Limanı’nda, Agamennon Gemisi’nde Mondros Ateşkes Antlaşması’nı kabul etmek zorunda kaldı. Bu antlaşmayı İtilaf Devletleri adına Akdeniz Donanması Komutanı Amiral Calthorpe, Osmanlı adına ise dönemin Bahriye Nazırı Rauf Bey (Orbay) imzaladı.
Osmanlı tarihinin uygulamaya konan en ağır antlaşması olma özelliğini taşıyan Mondros Ateşkes Antlaşması ile birlikte Osmanlı ordusu terhis edilmesi, tüm askeri mühimmat ile birlikte iletişim ve ulaşım araçları İtilaf Devletleri’ne bırakılması kabul edildi. Ayrıca İstanbul ve Çanakkale Boğazı başta olmak üzere demiryolları, karayolları, tersane ve köprüler İtilaf Devletleri’nin denetiminde olacak, Osmanlı ülkesi içerisinde İtilaf Devletleri’nin güvenliğini tehdit edecek herhangi bir durum söz konusu olursa İtilaf Devletleri istedikleri stratejik bir noktayı doğu bölgelerinde ise Vilayet-i Sitte’yi işgal edebileceklerdi. Toplamda 25 maddeden oluşan bu antlaşmayla binlerce yıllık Türk devlet geleneği ve Türk milletinin varlığı yok sayılmış, Anadolu işgallere açık hale gelmişti.
Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasının hemen ardından emperyalist batılı devletler, Türk milletinin iradesini ortadan kaldırmak amacıyla Anadolu’yu işgale başladılar. 13 Kasım 1918 tarihinde 60’dan fazla gemiden oluşan İtilaf Devletleri Donanması, İstanbul Boğazı’nı geçerek İstanbul’u fiilen işgal ettiler. Yıldırım Orduları’nın dağıtılmasından dolayı aynı gün Adana’dan trenle Haydarpaşa Tren Garı’na gelen Mirliva Mustafa Kemal Paşa ve Yaveri Cevad Abbas Bey, boğazda demirleyen işgal orduları gemilerini gördüler. İskelede hazır bekleyen Fransız işgal kuvvetlerine ait Enterprise istimbotuna binerek, Haydarpaşa üzerinden Galata’ya hareket ettiler. Enterprise adını taşıyan bu istimbotun adı daha sonradan “Kartal” istimbotu olarak değiştirecekti. Cevad Abbas Bey, istimbota bindiğinde düşman gemilerinin arasından geçerken göz yaşlarını tutamayarak ağlamaya başlamıştı. Payitaht İstanbul işgal altındaydı. Mirliva Mustafa Kemal ise bu manzara karşısında hiçbir şekilde yeise kapılmadan yanında ağlayan Cevad Abbas Bey’e şu tarihi sözü söyledi: “Geldikleri gibi giderler.”
İşte bu söz bir ateş çemberi içerisine çekilen Türk milletini, bu ateş çemberinden kurtaracak sözdü. Bu söz, Batılı devletlerin gölge düşürmeye çalıştığı binlerce yıllık bağımsızlık hikayesini baştan yazdıracak olan sözdü. Türk milleti, önce milli cemiyetlerin faaliyetleri sonrasında Kuva-yı Milliye birliklerinin mücadeleleri ve Gazi Mustafa Kemal Paşa öncülüğünde Türk İstiklâl Mücadelesinin komuta kademesinin aldığı kararla iradesini ipotek altına almaya kalkan Batılı emperyalist devletlere dur demeyi bilmiştir. Bu zorlu dönemde en ağır koşullarda kaleme alınan Havza ve Amasya Genelgeleri bu iradenin birer ürünüdür. Erzurum ve Sivas Kongresi başta olmak üzere Anadolu’nun dört bir yanında toplanan kongreler, ekmeksiz yaşayıp hürriyetsiz yaşamayan bir milletin emperyalizme karşı direnişinin en açık göstergesidir. Anadolu’nun farklı yerlerinde Fatma Bacılar, Sütçü İmamlar, Tayyar Rahmiyeler, Yahya Kaptanlar ise bu şanlı direnişin sembolü haline gelen isimlerdir.
Türk milleti, doğu cephesinde Ermenilere, güney cephesinde Fransızlara, batı cephesinde ise Yunanlara ve bunları kışkırtan emperyalist güçlere en büyük cevabı savaş meydanında verdi ve bütün cephelerde büyük başarılar elde etti. 19 Mayıs 1919 tarihinde Mustafa Kemal’in IX. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a ayak basmasıyla başlayan Türk İstiklâl Harbi’nin dönüm noktalarından birisi batı cephesinde 26-30 Ağustos 1922 tarihleri arasında gerçekleşen Başkomutanlık Meydan Muharebesi oldu.
Batı cephesinde 30 Ağustos 1922 Çarşamba günü Yunan ordusuna karşı büyük bir zafer kazanıldı. Bu zaferle Dumlupınar ve Kütahya, Yunan işgalinden kurtuldu. 9 Eylül 1922 tarihinde ise İzmir, Yunan işgalinden kurtuldu. Çok kısa bir süre içerisinde batı illerindeki Yunan işgali son buldu. 18 Eylül 1922 tarihinde Yunanlar, Anadolu’dan tamamen çekilmek zorunda kaldılar. Savaş sırasında kazanılan zaferlerin gerçek bir zafer olabilmesi için diplomatik zaferlerle desteklenmesi gerekiyordu. Bundan dolayı önce Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalandı. Sonrasında da Türkiye Cumhuriyeti’nin “tapu senedi” olarak kabul edilen Lozan Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmalar ile Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri atılıyor, Türk milleti adeta küllerinden doğuyordu.
Türk milletinin kararlı mücadelesiyle Gazi Mustafa Kemal’in sözü yerine gelmiş oldu. Düşman orduları, geldikleri gibi gittiler. Bu vesileyle Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Türk İstiklâl Harbi’nin komuta kademesi başta olmak üzere bütün eşsiz, isimsiz kahramanlarımızı, gazi ve şehitlerimizi rahmetle, minnetle anıyorum. Ruhları şad, makamları alî olsun. 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın 99. yıl dönümü kutlu olsun.
Yazan: Muhammed Aslan
Kategori : Genel, Kutlu Köşe Yazıları - Etiketler :30 ağustos, 30 ağustos zafer bayramı, 30 ağustosta ne oldu, kutlu yayınevi, muhammed aslan, zafer bayramı, zafer bayramının önemi - Tarih : 30 Ağustos 2021